1.jpg

a cliff above the sea

1.jpg
 

a cliff above the sea


Sibel Horada, 28 April 2020. Cassis / Istanbul

3 min. read / scroll down for text in Turkish

My visitor at Camargo Foundation was a garden snail. I was an artist in residence there in a small town called Cassis in the south of France in March 2020, as part of a project called Be Mobile Create Together. The snail came attached to the rotting cucumber I’d purchased a week ago from the Algerian grocer. When I took it out of the fridge and held it under running water, it woke up and started dancing.

This was the snail that had visited Osman Kavala in his prison cell. They lived together in isolation until Osman was acquitted from the fabricated trial that held him captive for more than two years without a sentence. He took the snail with him when he got out on February 18th. However, before they left the prison complex, he was detained again with a new offence attached to the same dubious evidence. The trial was part of Turkish government’s efforts to criminalize the Gezi uprising of 2013. In the indictment, a theatrical work, an unfinished film and works of performance art were presented as crimes. Osman, an art philanthropist, was accused of orchestrating it all. Now accused of espionage, the nightmare was starting over.

Osman knew that he wouldn’t be allowed to take the snail back in, so he entrusted it to his lawyer.

It was because of Osman’s relationship with the snail that I immediately recognized it as a pet when it visited me in Cassis. I’d come to this small village to spend two months in isolation. I really needed this brake to experience and discover new ways of inhabiting uninterrupted, unstructured time. In lieu of a sense of always being too late, too busy, too disconnected, I saw this as an exercise in presence. Watching the snail move forward as it felt through the terrain with its entire body while it stretched out and retracted its sensors as needed, I was filled with reassurance.

3.jpg

My project at Camargo Foundation was loosely defined. I was inspired by the space that was offered to me as a studio. This was a self standing room that sat on a cliff, separated from the Mediterranean by an altitude of 20 meters. I decided that it wanted to connect. I imagined running the waters of the Mediterranean through this space, and to establish a population of sea urchins in it. The work would be called Connection.

4.jpg

My young daughter and partner were back in Istanbul. Since my residency relied on their frequent visits, I sensed that this work about connection and sustenance was also about my relationship with my daughter.

5.jpg

Then I got an e-mail inviting me to participate in Mardin Biennale. The curator Adwait Singh wrote:

By identifying a combination of capitalist exploitation and patriarchal hegemony as the culprit that would sooner have us focus our colonizing gazes upwards towards the sky with ambitions of becoming a seafaring civilization, what we are trying to achieve instead is a rerouting of that gaze downwards towards the earth that grounds us.

I had no idea why Adwait was pointing my work away from the sea, towards the earth and wondered if he and the snail were secret conspirators.

On the less abstract trail of events, I acted just like the snail. One morning I woke up, I stuck my head out and stretched my sensors as far as I could. Then I purchased a one-way ticket to Istanbul, packed all my technical art equipment in a suitcase and arrived home. The next day, the border between France and Turkey was indefinitely closed.

My daughter kept saying that she didn’t know whether she was dreaming or if I were really here. I felt exactly the same way. I couldn’t believe I left the residency so suddenly and I couldn’t imagine the possibility of having been stranded there. As all known borders were closing one after the other, I noticed that my work Connection was also about borders: that connection was really a function of separation. The more I was separated, the more I felt connected. I remained on the Camargo Whatsapp group and I continued to attend the weekly presentations via Zoom. The more I longed to be among my peers at Camargo, the more I was inspired by their works, their solidarity, their shopping lists and culinary adventures. I longed to connect to my friends and family across the world, the way my sea urchin filled studio longed to connect to the Mediterranean.

As if to fulfill Adwait’s prophecy, I was back in the spring, just in time for the planting season. I devoted my time to agricultural experiments in the wild garden behind our house. I also entertained myself by drawing up the ways in which my situation recalled all the best things that Camargo offered: the unstructured time, the isolation, a dreamlike period outside of known routines and where all things came alive as possible referents of others… 

Now I see that with the snail, the ambiguous nature of Osman’s indefinite imprisonment had leaked out into the world. It took over so surely that now, everyone is imprisoned and everyone is an artist in residence. 

We always imagined dystopia as a dark place where human detritus pervades, but what if it’s quite the opposite? What if it’s a bright place where birds can hear each other’s songs and dolphins are spotted playing in harbors? 

 This is dystopia and we are learning to live in it.


sb_b

denize inen bir uçurum


Sibel Horada, 28 Nisan 2020. Cassis / Istanbul

 3 dakika okuma süresinde

2020 yılının Mart ayının başlarında, Be Mobile Create Together projesi kapsamında, Fransa’nın güneyinde Cassis adındaki küçük bir kentte, Camargo Vakfı’nın misafir sanatçı programında bulunduğum günlerden birinde, bir salyangoz tarafından ziyaret edildim. Cezayir’li manavdan bir hafta evvel aldığım, çürümeye yüz tutmuş salatalığın üzerindeydi. Buz dolabından çıkarıp musluğun altına tuttuğumda uyandı ve dans etmeye başladı.

Osman Kavala’yı hücresinde ziyaret eden salyangozdu bu. Osman Bey hiç hüküm giymemiş olmasına rağmen, kendisini iki yıldan fazla zamandır tutsak eden kurmaca davadan beraat edene kadar birlikte yaşamışlardı. Osman bey, davanın son celsesinin görüldüğü 18 Ocak günü hapisten çıkarken salyangozu da yanına almış, ancak henüz ceza infaz kurumunu terk edemeden aynı tuhaf delillerle, farklı bir suçtan yeniden göz altına alınmıştı. Dava, hükümetin 2013 Gezi direnişini şeytanlaştırma çabalarından biriydi. İddianamede bir tiyatro oyunu, çekilmemiş bir film ve bir takım performans sanatı işleri, suç unsurları gibi gösterilmişti. Sanat alanındaki destekleriyle de tanınan Osman beyin, bütün bu eserleri ayaklanmayı kışkırtmak için yaptırttığı iddia edilmişti. Bu kez casuslukla suçlanıyor, kabus yeniden başlıyordu.

Osman bey yeni terkettiği hücresine geri dönerken salyangozu yeniden içeriye sokamayacağını bildiği için, onu avukatına emanet etmişti.

Cassis’de kaldığım daireye bir salatalığın üzerinde gelen salyangozla karşılaştığımda onu bir evcil hayvan olarak hemen kabullenmem, Osman Bey’in onunla kurduğu ilişki sayesinde oldu. Bu küçük kente, gündelik koşturmacalardan ari iki ay geçirmek için gelmiştim. Kesintisiz, yapılandırılmamış zamanı deneyimlemek ve anı yaşamanın verimli biçimlerini keşfetmek için böyle bir molaya hakikaten ihtiyacım vardı. Her an çok meşgul, çok geç kalmış veya fazlasıyla kopuk bir varoluş halinin tersine, bir mevcudiyet alıştırması olarak düşünüyordum bunu. Salyangozun mıntıkayı tüm bedeniyle algılayıp, sensörlerini gerektiği gibi uzatıp çekerek ilerleyişini seyrederken, içim güvenle doluyordu.

Camargo’da yapacağım proje belirsizlik aşamasındaydı. Bana atölye olarak tahsis edilen mekandan ilham almıştım. Burası, denize inen bir uçurum üzerinde tek başına duran bir odaydı. Akdeniz’den 20 metre kadar bir yükseklikle ayrılıyordu. Atölyenin resimlerini görür görmez bağlanmak istediğine karar vermiştim. Akdeniz’in suyunu bu mekanın içinden geçirmeyi ve içeride deniz kestanelerinden oluşan bir güruhu ağırlamayı hayal ediyordum. İşin ismi Bağlantı olacaktı.

7.jpg
8.jpg

Dört-buçuk yaşındaki kızım ve eşim İstanbul’da kalmışlardı. Programa katılabilmem, onların beni sık sık ziyaret edebilmelerine bağlı olduğu için, bu bağlantı ve yaşatma çabalarının aynı zamanda kızımla aramızdaki ilişkiyle de alakalı olduğunu seziyordum.

O sıralarda, beni Mardin Bienaline katılmaya davet eden bir e-mail aldım. Küratör Adwait Singh şöyle yazmıştı:

Denizcilikle yayılan bir medeniyet olma hevesiyle, sömürgeleştiren bakışlarımızı gökyüzüne çevirmiş olmamızın suçlusunu, kapitalist sömürü ve ataerkil hegemonyanın bir birleşimi olarak belirleyerek yapmayı hedeflediğimiz şey, bu bakışı yeniden, bizi topraklayan yerküreye çevirmektir.

Adwait’in dikkatimi neden denizden ayırıp toprağa çevirmeye çalıştığını anlayamadım ve onun salyangozla gizli bir işbirliği halinde olup olmadığını merak ettim.

Olayların akışının daha somut bir seviyesinde, aynen salyangoz gibi davrandım. Bir sabah uyandım, kafamı dışarı çıkardım ve sensörlerimi uzatabildiğim kadar uzattım. Sonra İstanbul’a tek yönlü bir bilet aldım, teknik sanat ekipmanlarımın tümünü bir valize doldurarak eve geldim. Ertesi gün, Fransa ve Türkiye arasındaki sınır süresiz olarak kapatıldı.

Kızım, gerçekten geri dönüp dönmediğimi bilemediğini söyleyip duruyordu. Acaba rüya mı görüyordu? Ben de aynen böyle hissediyordum. Rezidans programını böyle ani bir şekilde terk ettiğime inanamıyordum ama orada mahsur kalma ihtimalimi hayal dahi edemiyordum. Bilinen tüm sınırlar birbiri ardına kapanırken, üzerinde çalıştığım Bağlantı adlı işin, sınırlarla ilgili olduğunu fark ettim: aslında bağlantılı olma hali, ayrılığın ürünüydü. Hatta ayrı düştüğüm oranda bağlantılı hissettiğimi fark ettim. Camargo Whatsapp grubundan çıkmamıştım ve haftalık sunumlara Zoom üzerinden bağlanmaya devam ettim. Orada mahsur kalan akranlarımın arasında olmayı arzu ettikçe, üzerinde çalıştıkları işlerden, dayanışmalarından, alış-veriş listelerinden ve mutfak maceralarından daha çok ilham alıyordum. Deniz kestaneleriyle dolu atölyemin Akdeniz’e bağlanmaya öykünmesi gibi, dünyanın çeşitli yerlerindeki dostlarım ve ailemle bağlantı kurmaya özlem duyuyordum.

9.jpg
10.JPG

Dönüşüm Adwait’in kehanetini yerine getirirmiş gibi, tam da ilkbahara, yani ekim-dikim mevsimine denk gelmişti. Vaktimi, bizim evin arkasındaki arazide yürüttüğüm zirai denemelere adadım. Mutlu olmak için, karantina koşullarının, Camargo’nun sunacağı hangi olanaklara tekabül ettiğini belirlemeye çalışıyordum: yapılandırılmamış zaman, izolasyon, alışılmış rutinlerin dışında, tüm şeylerin aynı anda  başka şeyleri de imlediği rüyavari bir dönem...         

11.jpg

Şimdi anlıyorum ki, Osman Bey’in tutsaklığındaki tuhaf belirsizlik hali, salyangozla birlikte dış dünyaya sızmış. Ve kontrolü öylesine ele geçirmiş ki, artık herkes tutsak ve herkes birer misafir sanatçı. 

Bu güne kadar distopyayı hep insan atıklarıyla dolu, karanlık bir yer olarak hayal ettik ama ya tam tersiyse? Acaba distopya yunusların limanlarda gezindiği, kuşların birbirinin şarkısını duyabildikleri, havası, toprağı tertemiz bir yer olabilir mi?

Galiba tam da şimdi ve burası distopya... ve biz yavaş yavaş içinde yaşamayı öğreniyoruz.