Ekran Resmi 2020-03-20 00.18.26.png

Hatırlar mısın?

Füsun Onur, Oda Müziği, sanatçı ve Galeri Nev İstanbul’un izniyle, fotoğraflar: ©Hadiye Cangökçe

Füsun Onur, Oda Müziği, sanatçı ve Galeri Nev İstanbul’un izniyle, fotoğraflar: ©Hadiye Cangökçe

 

Hatırlar mısın?


Larissa Araz

5-6 dakika okuma süresinde

Sevgili Kuzguncuk’a 2017’de evlendiğimde taşındım. 2012’den beri flört ettiğim bu semte yerleştiğimde eski sevgilimi - yani Büyükada’yı - hatırlar gibi olmuştum. İstanbul’da az kalan mahalleciliğin hala hüküm sürdüğü, 3. dalga kahvecilerin nispeten (Moda’ya göre) sokakları daha yavaş istila ettiği, semtin gerçek sakinlerinin hala martılar ve kediler olduğu, vapur seslerinin çan sesleri gibi saati belirttiği ve tıpkı Ada’da olduğu gibi sahilden geçen taka motorlarının ve Boğaz’dan geçen teknelerden gelen müziklerin akşamüstülerinde rüzgar sayesinde evimizin salonuna dolduğu bir yer Kuzguncuk. Seslerini duysam da melodilerini tam tamamlayamadığım bu teknelerden gelen müziklere eşlik etmeyi bir oyun haline çoktan getirdim. Son zamanlarda melodileri duyamasam da kendi kendime duyar gibi yaptığım da olmuyor değil. Bazen kapıların önünde arkalarından koşan fotoğrafçılarıyla kendi evleriymişçesine poz veren yeni gelinlere ve hayatlarında ilk kez manav veya kaldırım taşı görüyormuş gibi hayretler içerisinde etrafına bakan yerli turiste kızsam da, akşamüstleri Çınaraltı’nda çay içtiğimde unutuyorum neye kızdığımı. Esasında mahallenin değişimini izlerken değişmediğine inandırıyorum her seferinde kendimi. 

Bazı sabahlar ise gün içerisinde sadece 3-4 vapurun uğradığı Kuzguncuk İskelesi’nde Boğaz’dan geliş - Boğaz’a Gidiş adlı 8.35 vapuruna yetişmeye çalışırken veya erken kalktığım tembel sabahlarımda fırından ekmek almaya giderken Füsun Onur’u görüyorum. Kendi içimden günaydın Füsun Hanım deyip gülümseyerek yoluma devam ediyorum. Biraz da onun varlığına şükrediyorum.

Kuzguncuk İskelesi_Larissa Araz1.JPG

Kuzguncuk İskelesi

Fotoğraf: Larissa Araz

Füsun Onur’un Galeri Nev’deki kısacık sergisinin açılışına gittiğimde birkaç dosta selam verdikten hemen sonra galeriden apar topar çıktım. Sergiye haksızlık ettiğimi düşündüm. Tek başıma tekrar gelmem gerektiğini kendime tembihleyip serginin kapanmasına yakın bir günün sabahında Mısır Apartmanı’nın yolunu tuttum. Ağır demir kapıyı açtım ve sessizliğin içine gömülmüş olan Galeri Nev İstanbul’un Oda Müziği sergisini görmeye ve dinlemeye çalıştım. Yerde ilk bakışta dağınık zannettiğim ancak yaklaştıkça belirlenmiş bir alanda, kurgulanmış bir ritimde yerleştirilmiş nesneler beni karşıladı. Sanki taşıyanının elinden kopmuş bir bavulun içindeki bütün parçalar galerinin zeminine dağılmış gibi duruyordu. Eğilip incelemeye başladığımda bu nesnelerin metal bir kalem kutusunun içindeki bütün renkli kalemleri kusmasıyla başlayan, sonra üstlerindeki notlar ve desenlerle atılmış, sıkıştırılmış belki de vazgeçilmiş notların, ardında kağıtlara sarılmış masa, keman gibi oyuncakların, boncukların ve rengarenk ipliklerin hemen önünde ise muhtemelen yollanmamış, yazıları görünmeyen (belki yazılmış gönderilmemiş, belki de hiç yazılmamış) rengarenk mektupların ve son olarak Kuzguncuk’taki denizin renginde bir halata benzer ipliğin yanında tüllere sarılmış parfüm şişelerinin olduğunu farkettim. Yazılara yaklaştığımda ise “Zorba bana numara yapıyor” , “ mor elbisemi giyinmiştim o açılışta” “a bir martı balık avladı” “on bahar gül açmış”  yazan kişisel notları okumaya başladım. Kokulara yaklaştım kokacaklarını bekliyordum ama sanki kokmuyorlardı. Bir koku alıyorum ama ben mi uyduruyorum kafamda diye düşünmeye başladım. Eğildikçe eğiliyor ve yerleştirmenin içine düşmekten korkuyordum. Koku alıyorum sanırım diyordum içimden. Çok yakınlaştığımı farkedip uzaklaşmaya karar verdim. Kendimi işin içine çok sokmaktan mı korktum? Geri geri giderek uzaktan bu yerleştirmeye bakmak isterken yaklaştığım duvardaki beyaz fotoğraf tutacaklarını gördüm. İçindeki fotoğraflar düşmüşçesine (veya çekilecek fotoğrafları beklercesine) 4 kenarın sadece ikisi veya üçü duruyordu tutacakların. Dikkatli Gözler İçin* yapıldığı kesin. Gelecek olan fotoğrafları mı bekliyor bu tutacaklar veya geçmiş olanların kaybolmasına mı adanmış çözemedim. İçindeki fotoğrafı görüyordum sanki aynı kokuyu duyduğum gibi. Bir oyuna davet edildiğimi anladım sonrasında… Çocuksu bir hafiflikte bu oyun ama ağırlığını hissedersen, bir diğer deyişle görülemeyeni görürsen, içine yavaş yavaş çöküyor tortusu.

Füsun Onur, Oda Müziği, sanatçı ve Galeri Nev İstanbul’un izniyle, fotoğraflar: ©Hadiye Cangökçe

Füsun Onur, Oda Müziği, sanatçı ve Galeri Nev İstanbul’un izniyle, fotoğraflar: ©Hadiye Cangökçe

Füsun Onur, Oda Müziği, sanatçı ve Galeri Nev İstanbul’un izniyle, fotoğraflar: ©Hadiye Cangökçe

Füsun Onur, Oda Müziği, sanatçı ve Galeri Nev İstanbul’un izniyle, fotoğraflar: ©Hadiye Cangökçe

Saha Studio’daki rezidans periyodum bittikten hemen sonra evde valiz yapmaya başladım. Kullanmadığım şarap bardakları, temiz çarşaflar, okunmak için bekleyen kitaplar, kahve bardakları, kalın bir pike, birkaç mum….. hepsini dergiliğimin içinde kalan son Istanbul Art News’ın sararmış sayfalarına sarıp (IAN’ın bende geriye kalan tek anısının bardaklarımı bir yolculuk sırasında koruyabilecek olması da ayrıca manidar) bir bir valizin içine yerleştirdim. Gerçeği söylemek gerekirse bu eylemi uzun bir zamandır yapıyorum. Her sene adaya gidecek bir valiz hazırlayıp içine o sıralarda benim alanımı oluşturacak şeyleri bir bir paketleyip üstlerine notlar düşüp valizlere yerleştiriyorum. İçlerinde genelde saklamak istediğim eşyalar, tekrar ve tekrar okumayı arzuladığım kitaplar, kokusunu anmak istediğim mumlar yani hatırlamak istediğim şeyler oluyor. Her sene adaya çıkacağım bu yaz dedikten sonra yazın sonunda İstanbul’daki depomun köşesinde buluyorum gidememiş ama gitmeye hazır olan bu valizi. Bazen bozup tekrardan yapıyorum bazen ise hatırlamıyorum o valizin adaya gidip gitmediğini. Boşaltıyor muydum, dolduruyor muydum diyorum kendi kendime çünkü hatırlayamıyorum.

Rene Block’un Marjinallerin marjinali** olarak tanımladığı Füsun Onur, Türkiye sanat tarihinde şüphesiz önemli bir yere sahip. Özellikle de Türkiye’nin ve Dünya’nın son senelerde geçirdiği sert değişim rüzgarları sırasında duruşunu, pratiğini ve hayata bağlanma biçimlerini tekrardan hatırlamamız gereken bir sanatçı. Hayatın ve sanat pratiğinin birbirinden pek de ayrılmadığını gösteren, yaşadığı ülkenin, oturduğu semtin, içinde bulunduğu bedenin bile işlerinden okunabildiği ancak hiçbirisine de çapa atmadan var olabilmeyi başarmış biri.

Son zamanlarda var olmak kelimesinin politikası gitgide daha da saydamlaşıyor. İsminle, cinsiyetinle, kimliğinle, düşüncenle, sözünle var olabilmenin yollarının kesildiği, yaşadığın çemberin git gide daha da küçüldüğü dönemlerde yaşıyoruz, hele ki bu yazıyı yazdığım birkaç gündür minik bir virüsün bize insan olarak ne kadar zayıf, ne kadar kibirli ve ne kadar aciz olduğumuzu hatırlattığı sıralarda…Topluluk olmanın ötesinde bireysel olarak bile ne için var olduğumuzu anlamamız güçleşti. Sadece “olmak” bile bir tür direnişe çoktan dönüştü. İşte bu zamanlarda Füsun Onur’un pratiğine geri dönüp bakmak bana bir nebze de olsun güç veriyor. Onur’un, kimsenin kabulüne veya onayına ihtiyaç duymaksızın yıllar boyunca üretmeyi -belki de üreterek direnmeyi- ama bunu da doğal bir biçimlenme olarak sürdürdüğünü söylemek mümkün.

Var olmayı bir ön koşul olarak kabul ettiğimizde neden var olduğumuzu bize hatırlatacak piramidin bir sonraki adımı anılarımız değil midir?

Bizi biz yapan şey hatıralarımız, anılarımız, deneyimlerimiz yani hafızamız değil midir? Anneanne evini hatırlatan kimyonun kokusu (baban nefret ederdi kimyon kokusundan), çocukluğunu geçirdiğin adadaki evin balkonunda çekilmiş bebeklik fotoğrafın (elinde tuttuğun o oyuncak nerede acaba şimdi?), 7 sene önce defterlerinin arasından çıkan kendine aldığın not “Yaz sonuna doğru gökyüzüne bakmayı unutma, leylekleri görürsen seyahat var derler, evin güneye bakan penceresinin üstünden geçiyorlar” (seyahat edemediğin için şansını leyleklere bıraktığın o günler), günlüklerinde kendine yazılmış mektuplar (açıp okumak yazmaktan daha güç değil mi?), bitmiş bir aşka adadığın ve sadece melodiler sayesinde o zamanlar ne hissettiğini hatırladığın şarkılar (Strawberry Fields Forever)…. Hepsi kişinin var olmasını sadece kendine ait kılan, birkaç parçanın üstüne bulaşmış, birer anı. Kimsenin dokunamadığı, yok sayamadığı, onayının gerekmediği sadece hafızanda anlamlarını ve bağlamlarını oluşturan hatıra parçacıkları.

Füsun Onur, Oda Müziği, sanatçı ve Galeri Nev İstanbul’un izniyle, fotoğraflar: ©Hadiye Cangökçe

Oda Müziği de önce varolmaya ve sonrasında da hatırlamaya adanmış bir sergi. Neyi hatırlaman gerektiğinin önemli olmadığı, hatırlama eyleminin sonunda ulaşacağın anıdan daha kutsal olduğunun altını çizen bir yerleştirme. Toplumsal olarak bir çok şey unutturulmaya veya hatırlanmamaya çalışılsa da çocukluğumuz hepimizin yaşaması gereken zorunlu bir evre olarak karşımıza çıkar hayatımızda. Renkli kalemler kendilerini başlangıca bu şekilde yerleştirir. Daha sonra bir araca dönüşüp hafızamızı yazmaya başlar. Neyi hatırlayıp neyi hatırlamayacağımıza karar veremesek de kendimize bıraktığımız notlar, sakladığımız kokular ilerleyeceğimiz yollarda bize referans noktaları olarak geri döner. İçine girdiğimiz döngülerde, kafa sağlığımızı korumak için saklamamız gereken duygularda bize yardımcı olan nesnelerin işlevi sadece bize dönük çalışır. Bir fotoğrafın çekildiği günün mekanı, çekildiği anı ve üstünden geçen zamanla eklenen değeri sadece bize göre, bizimle şekillenir. "Zamanla mekanı birbirine uydurmaya çalışıyorum. Heykelleri parçalara ayırıyorum, çünkü zamanı resme ya da heykele uyduramazsınız, ancak müzikte bunu yapabilirsiniz. Bir heykele bakıp geçebilirsiniz, müziği dinlemek için zaman ayırmak zorundasınız(…)” diyor Füsun Onur. Müziği dinlemek için zaman ayırmanız gerektiği gibi hatırlamak için de zaman ayırmamız, hatırlamak istediğimiz bütün eşyaları, parçaları, şarkıları teker teker zihnimizdeki bavulun içine kırılmasını veya kaybolmasını önlemek için dikkatlice kağıtlara sararak yerleştirmemiz gerekir. Bu bavul bizimle hem geçmişe hem de geleceğe gelir. Şu anda var olduğumuzu bize hatırlatan da bu bavulun içine yerleştirdiklerimizdir. Zaman zaman bize hem bir pusula olacak hem de niye bize var olduğumuzu hatırlatacaktır hazırladığımız bu bavul.

Ekran Resmi 2020-03-20 00.43.40.png

Kamino Yelkene iniş

Fotoğraf: Larissa Araz

Enteresan bir şekilde adayı bu aralar gece bazen rüyalarımda görüyorum, hatırladığım ada gibi ama sanki bir yandan da bana hiç ait değil gibi. Çocukluğuma ait anılardan mı oluşuyor yoksa temenni ettiğim anıları mı barındırıyor çözemeyerek uyanıyorum her sabah. Her bu rüyadan uyandığımda ise adadaki en huzurlu anlarımı bulup gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. Hafızamda olup olmadığına veya benim anılarım olup olmadığına dair bir tür test.

Büyükada Balkonu, fotoğraf: Larissa Araz.

Büyükada Balkonu, fotoğraf: Larissa Araz.

Bu ayrılığa bir son vermeye ve eski sevgilime yani adama geri dönmeye karar veriyorum. Karantina altına gireceksem her ne kadar değişmiş olsa da her gittiğimde bana beni hatırlatan Büyükada’ya gitmek için yola çıkıyorum. Bavulum benimle geliyor beklemiyor bu sefer. İçine aylar boyunca yerleştirdiğim bütün anıları açmak için bolcana zamanım olacak diye seviniyorum.  Ne komik karantina altındayken Büyükada hafızamdaki adaya çok benziyor. Sanırım adayı sadece kendi kendime kalabildiğim, hatıralarımla tekrardan kucaklaşabildiğim ve onlarla oynayabildiğim için seviyorum. Vardığımda eve ilk yaptığım şey balkona çıkmak oluyor. Balkonda denizden geçen bir takanın sesi geliyor kulağıma ardından da bir Oda Müziği duyuyorum.

Büyükada, 03.2020

*Brehm, Margrit Franziska. Füsun Onur: Dikkatli gözler için = for Careful Eyes. YKY, 2007.

**Brehm, Margrit Franziska. Füsun Onur: Dikkatli gözler için = for Careful Eyes. Introduction YKY, 2007.